ENVER ABİ DEMEK…
Hiçbir zaman çoğa talip olmadık, helâline talip olduk. Onun için de İhlâs, Allaha şükür bu noktaya kadar geldi. Bundan sonra da inşallah devam eder. Devamı, tekrar söylüyorum sağlıklı bünyeye bağlıdır. İhlâsın sıhhatli olmasını istiyorum. İyi olmasını, canlı olmasını, kanlı olmasını, genç olmasını... Çok mal satmak değil, kalitelisini satmak ve sattığımız her üründen de dua almak istiyoruz.
Enver Abinin özelliği, uçan kuştan, herkesten dua beklemek. Çünkü bir yerde okudum; “Dua, kaza ve kaderi değiştirir” diyor. Allah!
Onun için, evden çıkarken mutlaka hanımınızın duasını alın.
Sattığımız her kalitesiz mal, Enver Abinin ciğerinden bir parça götürür, sağlığından götürür. Enver Abi demek, kalp kırmamak demek. Enver Abi demek, şefkat demek. Enver Abi demek, vermek demek. Enver Abi demek, sevgi demek.
Ben böyleyim. Hiç kimse üzülmesin, hiç kimse sıkıntı çekmesin, ama elimden gelebildiği kadar, yapabildiğim kadar, ama bana bakarsanız altı milyar insanın hepsi Cennete gitsin. Arzu bu. Olmayacağını biliyorum, ama arzu bu. Yani hiçbir Allah'ın kulunun ayağına diken batsın istemiyorum.
SAADETİN KAPISINDA…
Kuleli'ye tekrar dönersek…
Kimya dersimiz vardı. Bu derse Hocam Hüseyin Hilmi Işık girdi. Tığ gibi, adeta 18 yaşında bir delikanlıydı. O zaman yarbaydı.
Hüseyin Hilmi Hocamız bir gün derste, “Beylerbeyi'nde Fahri Hoca var. Cumartesi günleri saat dörtte sohbet eder, gidin, dinleyin” dediler.
Sınıf arkadaşımız Erol Güzey ile beraber gittik. Ben takke taktım. Erol da kepini ters çevirdi. Mektepten bizden başka kimse gelmemişti. O gün hoca yoktu, Mevlid okundu. Mevlidi dinlerken ağladım. Babam yeni ölmüştü. Duygulandım.
Mevlid bitti, çıktık. Durakta beklerken önümüzden mantolu, başörtülü bir Osmanlı hanımefendisi vakarla geçti.
Birkaç gün sonra, bizden birkaç sınıf ileride İsmail Silleli Ağabeyimiz geldi. “Hüseyin Hilmi Hocamız seni evine çağırıyor” dedi.
Sonradan öğreniyorum ki, bizim önümüzden geçen o vakarlı Osmanlı hanımefendisi, Hocamın hanımları imiş. Mevlitte benim ağladığımı görmüş. Yaka numaramı almış, Hocama söylemiş. Hocam da bunun üzerine bizi eve davet etmiş. Yanıma Zeki Celep Beyi alarak gittim.
Kapıyı dokuz on yaşlarında sarışın bir oğlan çocuğu açtı. Yanında da dört beş yaşlarında küçük bir kız.
Hocamız bize çay ikram etti. Soba başında oturduk. Bize İmam-ı Rabbani hazretlerinin meşhur Mektubat kitabından okudular.
Eğer Kimya öğretmenim Hüseyin Hilmi Işık Hocamı tanımasaydım, kesin müzisyen olmuştum. Ortaokulda mandolin çalardım, 25-30 tane öğrencim vardı. Mozart'ın bestelerini ezbere bilir, öğretirdim.
Hocamız her derste beş dakika dinden bahsederdi. Talebeler dine dair sorular sorar, Hocamız da cevap verirdi.
Bir gün okul komutanı Şefik Erensu, Hüseyin Hilmi Hocama, “Albayım, beni dinlemiyorlar, sizi dinlerler. Hangi kapıyı açsam başlarında renk renk takkelerle çocuklar namaz kılıyorlar. Bir koğuşa mescit yapalım. Sağda solda namaz kılmasınlar” dedi. Bunun üzerine büyük bir koğuş mescit hâline getirildi. Hatta ben okula ilk geldiğimde nöbetçi olan Yüzbaşı Selahattin Bey de sırtında mihrabı taşıdı.
Enver Abim buyurdular ki;
Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri "kuddise sirruh"
buyuruyorlar ki; Allah'ın dergâhında, ehil nâ-ehil
beraberdir. Yani, hiç bir zaman sormazlar ki, sen bizden
misin, değil misin? Kiminle berabersin, önemli olan
budur. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri "kuddise
sirruh" sonra buyuruyor ki; Allahü teâlâ, bir toplulukta
bulunan müminlerin içinde bir tanesini seviyorsa, onun
hürmetine hepsini afv eder. Dolayısıyla, toplulukta, birlik
ve beraberlikte rahmet vardır, ayrılıkta ise azab-ı ilahi
vardır. Bir gün bizim kitaplardan birini okuyorduk. Orada
bir hadis-i şerif vardı. Aynı inançta, aynı hedefte, aynı
yönde, aynı şekilde düşünen iki mümin bir araya gelse
afva uğrarlar. İki mümin bir araya gelse, cenab-ı Hak afv
ediyor.
ali zeki osmanağaoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder