SERİ HALİNDE KONULAR YAZACAĞIM.
BİRİNCİ SERİ: DÜNYAYA HAKİM OLAN DÖRT KİŞİ VE OLACAK OLAN BİR KİŞİ İLE.
TOPLAM BEŞ YAZI YAZACAĞIM.
Nitekim hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. ikisi
mümin, ikisi de kâfir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman
(aleyhimesselam) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi.
Beşinci olarak, benim evladımdan biri, yani Mehdî malik
olacaktır.)
NEMRUD:
Keldânî kavmi,
yıldızlara ve putlara tapıyordu. Bu kavmin o devirdeki kralının ismi: Nemrûd
idi.
Bu zalim,insanların putlara
ve kendine tapmasını emretti. Nemrud hiç
hastalanmadığı, çok zengin ve güçlü olduğu için, büyüklük ve benlik iddaasıyla halkına zulmeden gaddar ve azgın bir kral idi.
Nemrûd’un babası
Kenan, Nuh Peygamberin oğlu Hâm soyundandır.
O zamanda yaşayanların hemen hemen hepsi ona tabi oldular. Zira, dünyanın her
bölgesine hâkim idi.
Nemrûd kibir, bilgisizlik
ve akılsızlıkla, hâşâ ulûhiyet iddasında bulundu.
Kur’an-ı kerim Bekara suresi 258. ayet-i
kerimesinde mealan: (Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye azarak İbrahim
ile Rabbi hakkında mücadele edeni [Nemrûd’u] görmedin mi? Haberi sana ulaşmadı
mı?) buyuruyor.
Nemrûd, saltanatının
ilk yıllarında dürüst ve adaletli ve
insaflı ile idi.
Sonradan Şeytanın
vesvesesine aldanarak kibre kapıldı. “-Bütün insanlar beni ilah bilsin ve bana
tapınsın” dedi. İnsanlar, Allahü teâlâya iman ve ibadet etmeyi bıraktılar. Kendisini
ilah ilan eden Nemrûd’a, tapmaya baflladılar. Nemrûd bir rüya gördü. Rüyasında,
gökyü- zünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızlarınn, bu
parlaklıkta kaybolduğunu ve bir kimsenin
gelip kendisini kaldırıp yere vurduğunu
gördü.
Rüyanın tabirini istediğinde:
Müneccimler, “Yeni
bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını yıkacak!” diye tâbir ettiler.
Nemrûd, büyük
kibirinden dolayı bu tabire önem vermedi.
Fakat yine de şu
emri verdi:
“- Bundan sonra, kimse
çocuk sahibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Yine de çocuk olursa, doğan erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak! “
diye emretti. Her on ailenin başına bir memur vazifelendirip, halkı o sene
kontrol altında tuttu. Bütün erkekleri şehirden sürdü.
Şehrin çevresine de
nöbetçiler dikti ve erkeklerin şehre girmesine müsaede etmedi. Yeni doğan erkek
çocuklar hemen öldürülüyordu.
Bu suretle yüz bin
masum bebek öldürüldü,
Nemrud, doğacak
erkek çocukların öldürülmesi için emir verdiğinde, annesi İbrahim aleyhisselâma
hamile idi. Babası Târûh ise, bu sıralarda vefat etmişti. İbrahim
aleyhisselâmın annesi, Târûh’un kardeşi Âzer ile evlendi.
Mümine bir hanım
olan bu kadın, Âzer’in, do¤acak çocuğa bir zarar vermesinden korkuyordu. Onun
zararını önlemek için, Âzer’e dedi ki:
“- E¤er karnımdaki
bu çocuk erkek doğarsa, götürüp Nemrûd’a teslim edersin. Böylece Nemrûd
seni daha çok sever ve sana değer verir.
Bu sözler üzerine,
Âzer sevindi.
Do¤um zamanı
yaklaşınca da kadınlar doğum esnasında ölebilir de sen en iyisi puthaneye git.
Ölmekten korkuyorum. Nemim için dua et.” dedi. Böyle söyleyerek Âzer’i yanından
uzaklaştırdı. Âzer puthaneye gitti. Orada günlerce kapandi, dışarı çıkmadı. İbrahim
Aleyhisselamın annesi bir mağraya gizlendi. Orada İbrahim aleyhisselâm doğdu.
Böylece, Nemrûd gibi zâlim bir diktatörün bütün tedbirleri boşa çıkarak İbrahim
aleyhisselâm dünyaya geldi. Annesi onu iyice emzirip, şehre döndü.
Âzer’e haber
gönderip, eve gelmesini istedi.
Âzer eve gelip, merakla hâlini sorunca, ona dedi
ki: - Bir erkek çocuk doğurdum. Çocuk zayıf doğdu ve hemen öldü. Âzer inandı.
Hazreti İbrahim’in
annesi, Âzer evden gidince, gizlice çocuğunu bıraktığı mağaraya gider, onu
emzirip dönerdi. Çocuğunun yanına gittiğinde, bazan onu, parmaklarını emer bir
hâlde görürdü.
Dört parmağından
ağzına; yağ, bal, süt ve hurma gelirdi. Hazreti İbrahim mağarada yalnız kalsa,
Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselâmı gönderir, bu gıdaları parmaklarından
akıtırdı. İbrahim aleyhisselâm büyüyüp, ma¤aradan çıktı. Keldânî kavmine doğru
yolu anlatmaya başladı. İbrahim aleyhisselâm putlara ve yıldızlara
tapmanın yanlışlığını, Nemrûd’un da âciz
bir insan olduğunu açık delillerle ve anlayacakları bir dille insanlara anlattı.
Başta Nemrûd olmak üzere, insanlar
korkunç bir sapıklık ve azgınlık içinde idiler.
Durumu ilâhlık
davasında bulunan kralları Nemrûd’a bildirdiler. Ve Nemrud’un emriyle İbrahim aleyhisselâmı Nemrûd’un
yanına götürdüler.
O zaman insanlar,
Nemrûd’un yanına girince, Nemrûd’a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselâm,
Nemrûd’a secde etmedi.
İkisi arasında şu
konuşma oldu
“- Niçin secde etmedin?”
“- Ben, beni yaratan
Rabbimden başkasına secde etmem.”
“- Seni yaratan
Rabbin kimdir?”
“- Benim Rabbim, dirilten, hayat veren ve
öldüren Allahtır.”
Bunun üzerine
Nemrud, “Ben de diriltir ve öldürürüm” diyerek, zindandan iki mahkum getirtti.
Birini serbest
bırakıp, diğerini öldürdü.
Güya böylece
diriltmiş ve öldürmüş oluyordu.
Nemrûd, diriltmenin
hayatı olmayana hayat vermek, yani yaratmak;
öldürmenin de, ruhu
almak olduğunu ve bunu ancak her şeye kâdir olan Allahü teâlânın yapacağını bilmiyordu.
Nemrûd’un bu
hareketi karşısında İbrahim aleyhisselâm dedi ki:
“- Benim Rabbim
güneşi doğudan getirir. Eğer gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!”
Nemrûd bu söz
karşısınnda şaşırıp, âciz kaldı.
Hazreti İbrahim
böylece Nemrûdun âciz, azgın ve şaşkın bir kimse olduğunu ispat etti.
Bütün bunlara ra¤men
Keldânîler bir türlü imana gelmediler. Üstelik mahlûk olan, yaratılmış şeylere
ilâh diyerek tapmaya devam ettiler.
Daha da ileri
giderek İbrahim aleyhisselâma nasıl bir ceza verebileceklerini düşünmeye
başladılar.
Önce bir müddet hapsettiler. Sonra hapisten
çıkarıp yakmaya karar verdiler. Nemrûd’a, İbrahim aleyhisselâmı ateşte yakmayı
Henûn adında biri hatırlatmıştır.
Allahü teâlâ bunu hatırlatan kimseyi yere
batırmıştır.
Nemrûd ve Keldânî
kavmi, şiddetli kin ve düşmanlık içinde, İbrahim aleyhisselâmı yakmak için
hazırlandılar.
Nihayet her taraftan
taflayıp getirdikleri odunları, önce büyük bir da¤ gibi yığdılar. Sonra da bu
odundan dağı yaktılar.
Yedi gün yanan
ateşin alevleri gökleri kaplayıp çok uzaklardan görünüyordu.
Nemrûd, kendine
yaptırdığı yüksek bir yerden, bu hâli kibir içinde seyrediyordu.
Nemrûd, yanan bu
korkunç ateşe atılması için; İbrahim aleyhisselâmın hapsedildiği yerden
getirilmesini emretti. Nemrûd’un önüne götürüldüğünde, herkes, yanan ve gökleri
tutan ateşin içerisine onun nasıl atılacağını düşünmeye başladı. Şeytan insan
kılığında gelerek onun ancak mancınıkla atılabileceği fikrini verdi.Bu teklif
beğenildi. İbrahim Aleyhisselam mancınık ile bu yanan şiddetli ateşin içine
fırlatıldı. İbrahim Aleyhisselam ateşe düşerken, Allahü Teala buyurdu: “- Ey ateş! İbrahim’in üzerine serin
ve selamet ol! Bu ilâhi hitap üzerine ateşin sıcaklığı gidip, soğudu.
Cebrail aleyhisselâm
kanadıyla ateşi sıvadı.
İbrahim aleyhisselâm
düşerken, iki melek kollarından tutup yere indirerek, oturttular.
İndiği yer güllük,
gülistanlık oldu.
Bülbüller, kumrular ötmeye baflladı.
İbrahim aleyhisselâm
için, oradan tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı.
Cennetten bir gömlek
getirildi. Hazreti İbrahim’e giydirildi.
İbrahim Peygamber,
ateşin ortasında bu saadetli hâlde iken, Nemrûd, onu yüksek bir yerden
seyrediyordu. Gürül gürül yanan ateşin ortasında, İbrahim aleyhisselâmın,
yemyeşil bir bahçe içerisinde oturduğunu ve yanında da onun suretinde birinin
bulunduğunu gördü. Hayretler içerisinde dedi ki:
"- Ey ‹brahim! Senin
bildirdiğin ilâhının kudreti çok büyükmüş,
seni böyle korudu. Şu gördüğüm hâli
sana verdi. Oradan yanıma gelebilir misin?"
"- Evet çıkıp gelirim!"
"- Bu ateşin, o
zaman sana zarar vermesinden, yakmasından korkmaz mısın?"
"- Hayır korkmam."
"-
Öyleyse oradan çık gel." İbrahim aleyhisselâm kalktı ve etrafında yanan ateşin
arasından geçerek çıktı.
NEMRUD UN HELAK OLMASI
Nemrûd ve Keldânîlerin, İbrahim Aleyhisselâmı öldürme teşebbüsleri boşa çıktı. Yenildiler ve zelil oldular.
Son davetle de imana
gelmeyen Nemrûd ve putperest Keldânî kavminin üzerlerine, gökyüzünü tamamen
kaplayan sivrisinekler, sürüler hâlinde geldiler. Onların kanlarını emdiler. Nemrûd’a sivrisineklerden bir tanesi musallat
olup, peşini bırakmadı. Ne tarafa kaçsa ve nereye saklansa sinek hemen
karşısına çıkıyor, üzerine, yüzüne ve başına konuyordu. Nemrûd bu sineği
öldürmek istediği hâlde âciz kalmıştı. Saltanatına, sağlıklı oluşuna ve servetine bakarak
kibirlenen ve tanrılık iddia eden bu azgın kral, küçücük bir sinek
karşısında âciz ve çaresiz kalmıştı!
Sonunda bu sinek onu helâk etti.
Defalarca davet
edilmesine rağmen iman etmeyen, başkalarının da iman etmesine mani olan
Nemrûd’un hayatı, saltanatı, serveti, mülkü, velhasıl nesi varsa hepsi, bu şekilde heba olup gitti.
Böylece hem kendisi, hem de ona tâbi olanlar için
dünya hayatı sona erdi. Fakat daha büyük bir felâkete ve cehennem azabına düçar oldular.
Allahü teâlâ, insanlara ebedî saadete kavuşsunlar diye peygamber gönderir.
peygamberlere, her asırda karşı çıkan ve insanların hidayete kavuşmalarını
engellemek isteyen zâlimler olmuştur!
Fakat bu zâlimlerden hiçbiri imanı yok
edememiştir. Kendileri kahrolmuş, çok acı ve perişan hâlde saltanatlarından
ayrılmışlar, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düflmüşler, isimleri
lanet ile anılmış veya unutulmuştur. Allahü teâlâ, bir peygamber veya peygamber varisi bir
âlim göndererek, yeryüzünü nuru ile yeniden aydınlatmıştır.
Beyit: "Ne
kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur.
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i
kubur."