Ücretsiz Online Ziyaretci Sayaci

20 Şubat 2016 Cumartesi

DÜNYANIN HAKİMLERİNİ YAZACAĞIM

SERİ HALİNDE KONULAR YAZACAĞIM.
BİRİNCİ SERİ: DÜNYAYA HAKİM OLAN DÖRT KİŞİ VE OLACAK OLAN BİR KİŞİ.
TOPLAM BEŞ YAZI YAZACAĞIM.
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kisi mâlik oldu. Mü’min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktir » .


Târih boyunca, bütün dünyâya hâkim olan dört kimse vardır, bunlardan ikisi mü'min, diğer ikisi de kâfirdir... Bu konudaki bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir: "İsmini duyduğunuz kimselerden dört kişi, yeryüzüne mâlik oldu. Bunların ikisi mü'min, ikisi de kâfirdi. Mü'min olan iki kişi, Zü'l-Karneyn ile Süleymân (aleyhimes-selâm) idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrut ile Buhtun-Nasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evlâdımdan biri [ya'nî Mehdî de] mâlik olacaktır." [Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî] Mütevâtir haberlerle sâbit olduğu üzere, Kıyâmetin kopmasına yakın, Hazret-i Îsâ ile Hazret-i Mehdî yeryüzüne gelince, Yahûdîlik veya Hristiyânlık değil, İslâmiyet bütün arza hâkim olacak ve bâtıl dinlerin hepsi ortadan kaldırılacaktır...

HAZRETİ MEHTİ KİMDİR



Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kisi mâlik oldu. Mü’min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktir » .

HAZRETİ MEHTİ KİMDİR
Hazret-i Mehdi

Sual: Mehdi hurafedir diyenler oluyor. Nasıl cevap verilebilir?

CEVAP
İbni Hacer-i Mekki, (Alamat-i Mehdi), imam-ı Süyuti, (El-bürhan) ve imam-ı Şarani (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi) kitabında iki yüze yakın, Hazret-i Mehdi’nin alameti bildirilmektedir. Hazret-i Mehdi için hurafe demek, ilme ihanettir, kıyamet alametidir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Eshab-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa bunun zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken, Mehdi, onunla beraber olacaktır.) [İ.Süyuti]

(Yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin Zülkarneyn ile Süleyman idi. İkisi kâfir, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, benim evladımdan biri yeryüzüne malik olacaktır.) [İ.Süyuti]

(Horasan tarafından gelen siyah sancaklılara katılın. Onların içinde Allah'ın halifesi Mehdi vardır.) [Hakim, İ.Ahmed, Deylemi]

(Nasıl helak olur bir ümmet ki, başında ben, sonunda Meryem oğlu İsa ve ortasında da ehl-i beytimden Mehdi vardır.) [Hâkim, İ.Asakir]

(Şarktan çıkan bir grup, Mehdi’ye yardım ederler.) [İbni Mace, Taberani]

(Mehdi çıkınca, Allahü teâlâ ona rahmetini indirir.) [İ.Ahmed, Hakim]

(Mehdi bendendir, yeryüzünü hak ve adaletle doldurur.) [Ebu Davud]

(Dünyayı küfür kaplamadıkça Mehdi gelmez.) [Mekt.Rabbani 2/68]

(Mehdi gelince, bir bereket olacak, ümmetim rahat edecektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(Mehdi ehl-i beyttendir. Allahü teâlâ onu bir gecede olgunlaştırır.)[İbni Mace, İ.Ahmed]

(Deccal’ın veya Mehdi’nin geleceğine inanmayan kâfir olur.)[Favaid-il Ehbar - Şerh’is-Siyer]

(Mehdi, Kureyşten ve ehl-i beytimdendir.) [İ.Ahmed, Baverdi]

(Mehdi benim soyumdandır.) [İbni Mace]

(Mehdi evladı Fatıma’dandır.) [Ebu Davud, Hakim]

(Mehdi, amcam Abbas’ın soyundandır.) [İ.Asakir, Dare Kutni]

(Ya Abbas, senin soyundan bir genç dünyayı adaletle doldurur, İsa ile namaz kılar.) [Hatib, İbni Asakir, Dare Kutni]

[Burada tenakuz [çelişki] yoktur. Abdülkadir-i Geylani hazretleri anne tarafından seyyid, baba tarafından şerif idi. Hazret-i Mehdi de, Hazret-i Fatıma’nın soyundan bir genç, Hazret-i Abbas’ın soyundan biri ile evlenince, her iki soydan da gelmiş olur.]

Hazret-i Ali, oğlu Hasanı gösterip, "Bu oğlumun neslinden biri çıkacak, dünyayı adaletle dolduracaktır" buyurdu. (Ebu Davud)

Kütüb-i sitteden Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Mace, Tirmizi ve diğer hadis âlimlerinin bildirdikleri bu hadis-i şerifleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını akıl ve iman sahibi hiç kimse inkâr edemez. Tevil etmek de dinimize aykırıdır. Herkes dinin hükümlerini tevil etmeye kalkarsa ortada din diye bir şey kalmaz.

Hazret-i Mehdi gelince
Sual: Tam İlmihal’deki, (Hazret-i Mehdi, ahir zamanda dünyaya gelecektir. İsa aleyhisselamla buluşacak, mezhepleri kaldıracak, yalnız onun mezhebi kalacaktır) ifadesinden kasıt nedir?
CEVAP
Hazret-i Mehdi geldiğinde, hak mezheplerin hükmü unutulmuş olacak, bid'at mezhepleri ortalığı kaplayacak, ortada hak bir mezhep kalmayacaktır. Yani mezheplerin doğru bilgileri kalmayacak, sadece isimleri kalıp, din düşmanları veya sapıklar tarafından bu isimler suistimal edilecektir.

Hazret-i Mehdi, ictihad edecek, ictihadı Hanefi mezhebine uygun olacaktır. Zaten İsa aleyhisselamın Hristiyanlığı yasak ettiği gibi, Hazret-i Mehdi de diğer bozuk fırkaları, bozuk mezhepleri yasak edecektir. Bozuk mezhepleri kaldıracağı için mezhepleri kaldıracak ifadesi kullanılmıştır.

Hazret-i Mehdi’nin üstünlüğü
Sual: Hazret-i Mehdi, dört halifeden daha üstün müdür?
CEVAP
Kesinlikle değildir. Bu hususta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullahın vefatından bin sene geçtikten sonra, ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı azsa da, İslamiyet’i tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır. Resulullah efendimiz, hazret-i Mehdi’nin geleceğini haber vermiştir. Bin sene sonra gelecektir. İsa aleyhisselam da, bin sene sonra, gökten inecektir. Bin sene sonra gelen Evliyanın yükseklikleri, Eshab-ı kiramın yüksekliklerine benzemektedir. Her ne kadar, Peygamberlerden sonra, en üstün insanlar Eshab-ı kiram ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılamaz gibi olmuştur. Belki de bunun içindir ki, Resulullah efendimiz, (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? Bilinemez) buyurdu. Yoksa (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi, bilmem) buyurmadı, çünkü hangilerinin daha üstün olduğunu elbette biliyordu. Bunun için,(En üstün olanlar, benim zamanımda bulunan Müslümanlardır)buyurmuştu, fakat çok benzedikleri için, şüphe hâsıl olduğundan(Bilinemez) buyurdu.

Resulullah, Eshab-ı kiramın zamanından sonra, Tabiinin zamanının yüksek olduğunu bildirdi. Bundan sonra da Tebe-i tabiinin zamanının üstün olduğunu bildirdi. Bunların da, bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. Sonra gelenlerin, Eshab-ı kirama çok benzemesi nasıl olur denilirse, şöyle cevap veririz ki, o iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda Evliya sayısının çok ve bid’at sahiplerinin az olduğu için olabilir. Bunun için, sonra gelenler arasında birkaç Evliyanın, o iki asırda bulunan Evliyadan daha yüksek olduğunu söylemek, yanlış olmaz. Mesela, hazret-i Mehdi böyledir, fakat Eshab-ı kiramın zamanı, her bakımdan, daha yüksektir. Bunun üzerinde konuşmak bile lüzumsuzdur. Önce gelenler, onlardır. Naim Cennetinde yakîn olanlar onlardır. Başkalarının dağ kadar altın sadaka vermesi, onların bir avuç arpa vermesinin sevabına kavuşturamaz. Allahü teâlâ, dilediğini rahmetine kavuşturur.



HAZRETİ SÜLEYMAN KİMDİR





Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kisi mâlik oldu. Mü’min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktir » .

HAZRETİ SÜLEYMAN KİMDİR



İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Davud aleyhisselamın oğludur. Yakub aleyhisselamın neslindendir. Kudüs yakınlarındaki Gazze şehrinde doğdu. Hem peygamber hem sultandı. Çocukluğundan beri bilgili, iyilik ve adâleti seven biri olarak tanınmıştı. On iki yaşındayken babasının yerine geçip, sultan oldu. Daha sonra kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik verildi. Dünyâya hâkim olan dört kişiden biridir. Ona peygamberlik verildiği Kur’ân-ı kerîmde En’âm sûresi 84. âyette bildirilmektedir.

Süleyman aleyhisselam; “Yâ Rab! Bana hiçbir kimsede bulunmayan bir kudret ve devlet ihsân eyle.” diye dua etti. Duâsı kabul edilip, cinlerin, rüzgârın ve hayvanların da insanlar gibi Süleyman aleyhisselama itâat etmeleri emredildi. Kendisine ism-i âzam duası, bütün mahlûkâtın dili ve ilimlerin sırları öğretildi. Peygamberlikle birlikte ihsân edilen ilim, hikmet ve sultanlık kudretini, insanları doğru yola kavuşturmakta ve daha iyi bir hayat yaşamaları için kullandı. Şehirlerin kurulması, yeryüzünün îmârı, yeşillendirilmesi, fen ve sanatta ilerlemesi için emrindekilerin herbirine iş taksimi yaptı. Yolların yapılması, taşların yontulup kazılması, demircilik ve derin sulara dalgıçlık gibi zor işleri cinlere verdi. Çiftçilik, çobanlık, ticâret, sanat gibi işleri de insanlara verdi. Hayvanları da nöbet tutma, yük taşıyıp çekme gibi işlerle görevlendirdi. İnsanlardan, cinlerden ve hayvanlardan büyük bir ordu kurdu. Hepsi ona tâbi olup, emrine itaat etti. Süleyman aleyhisselama verilen bu nîmetler Kur’ân-ı kerîmde bildirilmektedir.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadîs-i şerîfte, onun duası hakkında şöyle buyurdu:
“Süleyman aleyhisselam, Beyt-i Makdîs’in binâsını bitirdikten sonra, Allahü teâlâdan üç dilekte bulunmuştur: Kendisinden sonra kimseye nasîb olmayan bir mülk ve saltanat, İlâhî hükme uygun hüküm verme kudretinin bahşedilmesi. Yalnız namaz kılmak için Mescid-i Aksa’yı kastedip gelenlerin analarından doğdukları gibi günahsız hâle gelmeleri. Allahü teâlâ bunlardan ilk ikisini Süleyman aleyhisselama vermiştir. Üçüncü dileğinin de kabul edilmiş olmasını umarım.”

Babasının temelini attığı, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı yapmaya devâm etti.Yedi senede pek sanatkârâne bir şekilde tamamladı. Daha sonra, Kudüs’te büyük bir saray inşâ etmeye başlayıp, on üç senede tamamladı. Bu binâların yapımı sırasında insanlardan ve cinlerden pekçoğu Süleyman aleyhisselamın emrinde çalışmışlardı.

Süleyman aleyhisselamın zamânında barış, îmâr, sanat ve ilim iyice ilerlemişti. Mescid-i Aksa inşâ edilip, çeşmeler, su kanalları yapıldı. Köprüler, barajlar ve evler inşâ edildi. Hikmetinin ve büyüklüğünün şöhreti bütün dünyâya yayıldı. Zamânındaki bütün pâdişâhları ve ileri gelenleri doğru yola sevk etti.

Onun zamânında muhteşem bir saltanata sâhip olan Yemen’de, Sebe şehrinde hüküm sürenBelkıs’a mektup yazıp, Filistin’e çağırdı. O da gelip, Süleyman aleyhisselamla görüşerek îmân etti. Belkıs’ın Süleyman aleyhisselamla mektuplaşması ve Kudüs’e gelmesi Kur’ân-ı kerîmde Neml sûresinde uzun beyân olunmaktadır.

Süleyman aleyhisselam, Akabe Körfezinden Fırat kenarına kadar, kırk sene adâletle hüküm sürdü. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Ticâret gemileri yapıp, Kızıldeniz ve Umman Denizinde ticâret yaptırdı. Rüzgâr onun emrine verilmişti. Rüzgâra binip dilediği yere tahtıyla birlikte kısa zamanda giderdi. Makâmına oturduğunda ve meclis kurduğunda kuşlar üzerine gelip, kanatlarını yanyana gererek bir bulut gibi gölge yaparlar, güneş ve yağmurdan korurlardı. Süleyman aleyhisselam, beyaz tenli, güzel, nûr yüzlü, saçı sakalı gür olup, beyaz elbise giyerdi. Çok edebli, hep Allah’tan korkar, alçak gönüllü, yüksek şanlıydı. Miskin ve fakirlerle oturur; “Miskinin miskinlerle oturması uygundur.” buyururdu. Ömrünün son ânına kadar Allahü teâlânın takdir ettiği izzetle insanları doğru yola sevk etti. Herkes tarafından sevilmiş olup, hiç kimse onun söylediklerine îtirâz etmiyor ve onun emri dışına çıkmıyordu.

Süleyman aleyhisselam, bir gün yapılmakta olan büyük bir sarayın inşâsını kontrol etmeye gitmişti. Bu binâ bir su kıyısında çok heybetli bir saraydı. Ustalar işçiler, cinler, sarayın tamamlanmasıyla meşguldüler. Sarayın balkonuna çıkıp, kendisini yalnız bırakmalarını, hiç kimsenin yanına yaklaşmamasını emretti. Sonra da balkonun kenarında asâsına (bastonuna) dayanıp durdu ve etrâfı seyrederek tefekküre başladı. Bu sırada ömrü bitip, eceli gelmişti. Azrâil aleyhisselam gelip; “Şu an dünyâdaki hayâtının son ânıdır.” dedi.

Süleyman aleyhisselam: “Allahü teâlânın takdiri her ne ise o haktır. Rabbime hamdolsun ki, aslâ kimseye zulmetmedim. Rabbimin emrine itaat etmekte gecikmedim. Herkesin dönüşü Allahü teâlâyadır. Görevlendirildiğin emri yerine getir.” dedi.

Süleyman aleyhisselam asâsına dayandığı hâlde ayakta vefat edip, uzun bir müddet öylece kaldı. Saray inşâsında çalışanlar ise her gün işlerine muntazaman devâm ediyor, halk da oraya gelip gidiyordu. Süleyman aleyhisselamı uzakta, ayakta durur vaziyette görüyorlardı. Fakat vermiş olduğu emir üzerine hiç kimse yanına yaklaşmıyordu. Nihâyet asâsının yere temas eden kısmını güve kurdu yiyip asâ kırılınca, cesedi yere yıkıldı. O zaman bu hâlini görenler vefat ettiğini anladılar. Bu husus Kur’ân-ı kerîmde Sebe’ sûresi 14. âyette bildirilmektedir.

Süleyman aleyhisselam her yere hükmettiğinden, zamânında herkes îmân etmiş, yeryüzünde pek az îmânsız kimse kalmıştı.Vefâtından sonra, İsrailoğullarının arasındaki birlik bozuldu, iki ayrı devlete bölünüp doğru yoldan ayrıldılar. Sonra da onlara doğru yolu göstermek üzere, İlyas ve Elyesa aleyhimesselâm peygamber olarak gönderildiler. Kur’ân-ı kerîmde Bakara 102; Nisâ 163; En’am 84; Enbiyâ 81, 82; Sebe’ 12, 21; Neml 15’ten 44’e kadar; Sad 30’dan 40’a kadar olan âyetler Süleyman aleyhisselam hakkındadır.

Süleyman aleyhisselam, Mescid-i Aksa’ya Musa aleyhisselamdan beri nesilden nesile geçerek gelen, Tevrat’ın içinde bulunduğu Ahid Sandığını(Tâbût-i Sekîneyi) koydu. Çünkü Musa aleyhisselam, ümmetinin âlimlerinden, Tevrat’ın Ahid Sandığına konularak muhâfaza edilmesini istemişti. Bu durum Mescid-i Aksa’nın Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devâm etti. Buhtunnasar, Kudüs’ü alınca, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksa’da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri alıp Bâbil’e götürdü. Buhtunnasar’ın Kudüs’ü yağmalaması esnâsında, hakîkî Tevrat ve Zebur yakılıp yok edildi. Muhtelif kimselerin hatırlarında kalan âyetlerini yazmaları netîcesinde, Tevrat isminde birbirlerini tutmayan çeşitli risâleler ortaya çıktı. Mîlâddan yaklaşık dört yüz sene evvel yaşamış olan Azra bunları topladı ve şimdiki Ahd-i Atîk’teki Tevrat’ı yazdı.

Süleyman aleyhisselamın dokuz çeşit mucizesi vardı. Bunlar:
1. Sebe’ sûresi on ikinci âyetinde bildirildiği üzere, rüzgârlar emri altındaydı.

2. Süleyman aleyhisselam denizi geçmek istediği zaman, suyu çekilerek yol açılır, geçtikten sonra yine kapanırdı.

3. Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere, bütün cinniler emrindeydi. Ne zaman istese, kendisine, büyük büyük köşkler, sûretler, çanaklar, sâbit çömlekler, tencereler yaparlardı.

4. Süleyman aleyhisselamın bir mührü vardı. Üzerinde ism-i âzam duası yazılıydı. O dua ile her isteği kolay olurdu.

5. Karıncalara varıncaya kadar her hayvanın sesini işitir, dillerini anlardı.

6. Nereye gitmek istese, rüzgâr emrinde olduğundan, kürsüsünü kaldırır, kürsüsünü berâberinde götürürdü.

7. Cinniler vâsıtasıyla denizlerdeki incileri, cevherleri yerde bulunan defîneleri bilirdi. Kendine Allahü teâlâ tarafından bildirilmeyen bir şey yoktu.

8. Neml Vâdisinde, maiyetiyle berâber bir dağ üzerine konup, kaldığı esnâda o dağın yeşillik, çimenlik olması için, mübârek ellerine bir miktar su alıp, avucuyla o dağa serpti. Derhâl dağın üzeri çayırlık çimenlik oluverdi.

9. Süleyman aleyhisselam bir yere gittiği vakit, berâberinde duvarlar da giderdi.





NEMRUD KİMDİR





SERİ HALİNDE KONULAR YAZACAĞIM.
BİRİNCİ SERİ: DÜNYAYA HAKİM OLAN DÖRT KİŞİ VE OLACAK OLAN BİR KİŞİ İLE.
TOPLAM BEŞ YAZI YAZACAĞIM.
Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. ikisi mümin, ikisi de kâfir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhimesselam) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi.
Beşinci olarak,  benim evladımdan biri, yani Mehdî malik olacaktır.)

NEMRUD:
Keldânî kavmi, yıldızlara ve putlara tapıyordu. Bu kavmin o devirdeki kralının ismi: Nemrûd idi.
Bu zalim,insanların putlara ve kendine tapmasını emretti.  Nemrud hiç hastalanmadığı, çok zengin ve güçlü olduğu için, büyüklük ve benlik iddaasıyla  halkına zulmeden gaddar ve azgın bir kral idi.
Nemrûd’un babası Kenan,  Nuh Peygamberin oğlu Hâm soyundandır. O zamanda yaşayanların hemen hemen hepsi ona tabi oldular. Zira, dünyanın her bölgesine hâkim idi.

Nemrûd kibir, bilgisizlik ve akılsızlıkla, hâşâ ulûhiyet iddasında bulundu.
 Kur’an-ı kerim Bekara suresi 258. ayet-i kerimesinde mealan: (Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye azarak İbrahim ile Rabbi hakkında mücadele edeni [Nemrûd’u] görmedin mi? Haberi sana ulaşmadı mı?) buyuruyor.
Nemrûd, saltanatının ilk yıllarında  dürüst ve adaletli ve insaflı ile idi.
Sonradan Şeytanın vesvesesine aldanarak kibre kapıldı. “-Bütün insanlar beni ilah bilsin ve bana tapınsın” dedi. İnsanlar, Allahü teâlâya iman ve ibadet etmeyi bıraktılar. Kendisini ilah ilan eden Nemrûd’a, tapmaya baflladılar. Nemrûd bir rüya gördü. Rüyasında, gökyü- zünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızlarınn, bu parlaklıkta  kaybolduğunu ve bir kimsenin gelip kendisini  kaldırıp yere vurduğunu gördü.
 Rüyanın tabirini istediğinde:
Müneccimler, “Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını yıkacak!” diye tâbir ettiler.
Nemrûd, büyük kibirinden dolayı bu tabire önem vermedi.
Fakat yine de şu emri verdi:
“- Bundan sonra, kimse çocuk sahibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak.   Yine de çocuk olursa,  doğan erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak! “ diye emretti. Her on ailenin başına bir memur vazifelendirip, halkı o sene kontrol altında tuttu. Bütün erkekleri şehirden sürdü.
Şehrin çevresine de nöbetçiler dikti ve erkeklerin şehre girmesine müsaede etmedi. Yeni doğan erkek çocuklar hemen öldürülüyordu.
Bu suretle yüz bin masum bebek öldürüldü,
Nemrud, doğacak erkek çocukların öldürülmesi için emir verdiğinde, annesi İbrahim aleyhisselâma hamile idi. Babası Târûh ise, bu sıralarda vefat etmişti. İbrahim aleyhisselâmın annesi, Târûh’un kardeşi Âzer ile evlendi.
Mümine bir hanım olan bu kadın, Âzer’in, do¤acak çocuğa bir zarar vermesinden korkuyordu. Onun zararını önlemek için, Âzer’e dedi ki:
“- E¤er karnımdaki bu çocuk erkek doğarsa, götürüp Nemrûd’a teslim edersin. Böylece Nemrûd[HG1]   seni daha çok sever ve sana değer verir.
Bu sözler üzerine, Âzer sevindi.
Do¤um zamanı yaklaşınca da kadınlar doğum esnasında ölebilir de sen en iyisi puthaneye git. Ölmekten korkuyorum. Nemim için dua et.” dedi. Böyle söyleyerek Âzer’i yanından uzaklaştırdı. Âzer puthaneye gitti. Orada günlerce kapandi, dışarı çıkmadı. İbrahim Aleyhisselamın annesi bir mağraya gizlendi. Orada İbrahim aleyhisselâm doğdu. Böylece, Nemrûd gibi zâlim bir diktatörün bütün tedbirleri boşa çıkarak İbrahim aleyhisselâm dünyaya geldi. Annesi onu iyice emzirip, şehre döndü.
Âzer’e haber gönderip, eve gelmesini istedi.
 Âzer eve gelip, merakla hâlini sorunca, ona dedi ki: - Bir erkek çocuk doğurdum. Çocuk zayıf doğdu ve hemen öldü.  Âzer inandı.
Hazreti İbrahim’in annesi, Âzer evden gidince, gizlice çocuğunu bıraktığı mağaraya gider, onu emzirip dönerdi. Çocuğunun yanına gittiğinde, bazan onu, parmaklarını emer bir hâlde görürdü.
Dört parmağından ağzına; yağ, bal, süt ve hurma gelirdi. Hazreti İbrahim mağarada yalnız kalsa, Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselâmı gönderir, bu gıdaları parmaklarından akıtırdı. İbrahim aleyhisselâm büyüyüp, ma¤aradan çıktı. Keldânî kavmine doğru yolu anlatmaya başladı. İbrahim aleyhisselâm putlara ve yıldızlara tapmanın  yanlışlığını, Nemrûd’un da âciz bir insan olduğunu açık delillerle ve anlayacakları bir dille insanlara anlattı.  Başta Nemrûd olmak üzere, insanlar korkunç bir sapıklık ve azgınlık içinde idiler.
Durumu ilâhlık davasında bulunan kralları Nemrûd’a bildirdiler. Ve  Nemrud’un emriyle İbrahim aleyhisselâmı Nemrûd’un yanına götürdüler.
O zaman insanlar, Nemrûd’un yanına girince, Nemrûd’a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselâm, Nemrûd’a secde etmedi.
İkisi arasında şu konuşma oldu
 “- Niçin secde etmedin?”
“- Ben, beni yaratan Rabbimden başkasına secde etmem.”
“- Seni yaratan Rabbin kimdir?”
 “- Benim Rabbim, dirilten, hayat veren ve öldüren Allahtır.”

Bunun üzerine Nemrud, “Ben de diriltir ve öldürürüm” diyerek, zindandan iki mahkum getirtti.
Birini serbest bırakıp, diğerini öldürdü.
Güya böylece diriltmiş ve öldürmüş oluyordu.
Nemrûd, diriltmenin hayatı olmayana hayat vermek, yani yaratmak;
öldürmenin de, ruhu almak olduğunu ve bunu ancak her şeye kâdir olan Allahü teâlânın yapacağını bilmiyordu.
Nemrûd’un bu hareketi karşısında İbrahim aleyhisselâm dedi ki:
“- Benim Rabbim güneşi doğudan getirir. Eğer gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!”
Nemrûd bu söz karşısınnda şaşırıp, âciz kaldı.
Hazreti İbrahim böylece Nemrûdun âciz, azgın ve şaşkın bir kimse olduğunu ispat etti.
Bütün bunlara ra¤men Keldânîler bir türlü imana gelmediler. Üstelik mahlûk olan, yaratılmış şeylere ilâh diyerek tapmaya devam ettiler.
Daha da ileri giderek İbrahim aleyhisselâma nasıl bir ceza verebileceklerini düşünmeye başladılar.
 Önce bir müddet hapsettiler. Sonra hapisten çıkarıp yakmaya karar verdiler. Nemrûd’a, İbrahim aleyhisselâmı ateşte yakmayı Henûn adında biri hatırlatmıştır.
 Allahü teâlâ bunu hatırlatan kimseyi yere batırmıştır.
Nemrûd ve Keldânî kavmi, şiddetli kin ve düşmanlık içinde, İbrahim aleyhisselâmı yakmak için hazırlandılar.
Nihayet her taraftan taflayıp getirdikleri odunları, önce büyük bir da¤ gibi yığdılar. Sonra da bu odundan dağı yaktılar.
Yedi gün yanan ateşin alevleri gökleri kaplayıp çok uzaklardan görünüyordu.
Nemrûd, kendine yaptırdığı yüksek bir yerden, bu hâli kibir içinde seyrediyordu.
Nemrûd, yanan bu korkunç ateşe atılması için; İbrahim aleyhisselâmın hapsedildiği yerden getirilmesini emretti. Nemrûd’un önüne götürüldüğünde, herkes, yanan ve gökleri tutan ateşin içerisine onun nasıl atılacağını düşünmeye başladı. Şeytan insan kılığında gelerek onun ancak mancınıkla atılabileceği fikrini verdi.Bu teklif beğenildi. İbrahim Aleyhisselam mancınık ile bu yanan şiddetli ateşin içine fırlatıldı. İbrahim Aleyhisselam ateşe düşerken, Allahü Teala  buyurdu: “- Ey ateş! İbrahim’in üzerine serin ve selamet ol! Bu ilâhi hitap üzerine ateşin sıcaklığı gidip, soğudu.
Cebrail aleyhisselâm kanadıyla ateşi sıvadı.
İbrahim aleyhisselâm düşerken, iki melek kollarından tutup yere indirerek, oturttular.
İndiği yer güllük, gülistanlık oldu.
 Bülbüller, kumrular ötmeye baflladı.
İbrahim aleyhisselâm için, oradan tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı.
Cennetten bir gömlek getirildi. Hazreti İbrahim’e giydirildi.
İbrahim Peygamber, ateşin ortasında bu saadetli hâlde iken, Nemrûd, onu yüksek bir yerden seyrediyordu. Gürül gürül yanan ateşin ortasında, İbrahim aleyhisselâmın, yemyeşil bir bahçe içerisinde oturduğunu ve yanında da onun suretinde birinin bulunduğunu gördü. Hayretler içerisinde dedi ki: 
"- Ey ‹brahim! Senin bildirdiğin ilâhının kudreti çok büyükmüş, 
seni böyle korudu. Şu gördüğüm hâli sana verdi. Oradan yanıma gelebilir misin?" 
"- Evet çıkıp gelirim!" 
"- Bu ateşin, o zaman sana zarar vermesinden, yakmasından korkmaz mısın?"
 "- Hayır korkmam."
 "- Öyleyse oradan çık gel." İbrahim aleyhisselâm kalktı ve etrafında yanan ateşin arasından geçerek çıktı.

NEMRUD UN HELAK OLMASI 
Nemrûd ve Keldânîlerin, İbrahim Aleyhisselâmı öldürme teşebbüsleri boşa çıktı. Yenildiler ve zelil oldular.
Son davetle de imana gelmeyen Nemrûd ve putperest Keldânî kavminin üzerlerine, gökyüzünü tamamen kaplayan sivrisinekler, sürüler hâlinde geldiler. Onların kanlarını emdiler. Nemrûd’a sivrisineklerden bir tanesi musallat olup, peşini bırakmadı. Ne tarafa kaçsa ve nereye saklansa sinek hemen karşısına çıkıyor, üzerine, yüzüne ve başına konuyordu. Nemrûd bu sineği öldürmek istediği hâlde âciz kalmıştı. Saltanatına, sağlıklı oluşuna ve servetine bakarak kibirlenen ve tanrılık iddia eden bu azgın kral, küçücük bir sinek karşısında âciz ve çaresiz kalmıştı! 
Sonunda bu sinek onu helâk etti.
Defalarca davet edilmesine rağmen iman etmeyen, başkalarının da iman etmesine mani olan Nemrûd’un hayatı, saltanatı, serveti, mülkü, velhasıl nesi varsa hepsi, bu şekilde heba olup gitti. 
Böylece hem kendisi, hem de ona tâbi olanlar için dünya hayatı sona erdi.  Fakat daha büyük bir  felâkete ve cehennem azabına düçar oldular. 
Allahü teâlâ, insanlara ebedî saadete kavuşsunlar diye peygamber gönderir.
 peygamberlere, her asırda karşı çıkan ve insanların hidayete kavuşmalarını engellemek isteyen zâlimler olmuştur! 
Fakat bu zâlimlerden hiçbiri imanı yok edememiştir. Kendileri kahrolmuş, çok acı ve perişan hâlde saltanatlarından ayrılmışlar, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düflmüşler, isimleri lanet ile anılmış veya unutulmuştur. Allahü teâlâ, bir peygamber veya peygamber varisi bir âlim göndererek, yeryüzünü nuru ile yeniden aydınlatmıştır. 
Beyit: "Ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur.
 Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur."