Ücretsiz Online Ziyaretci Sayaci

28 Kasım 2014 Cuma

HAK DİN İSLAMİYET


HAK DİN İSLAMİYET
hastane_randevu.jpeg
19 10 2013

HAK DİN İSLAMİYET

HAK DİN İSLAMİYET |  görsel 1
HAK DİN İSLAMİYET |  görsel 2
HAK DİN İSLAMİYET |  görsel 3
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
TAM İLMİHAL
(SEADET-İ EBEDİYYE)
Kitabından alıntıdır.
Bu Kitabı hazırlayan Büyük İslam Alimi
Hüseyin Hilmi Işık Efendidir.
İslam Hilali
İSLAMİYET
ADEM ALEYHİSSELAM
ÂDEM “aleyhisselâm”: Yeryüzünde yaratılan ilk insandır ve ilk Peygamberdir.
Bütün insanların babasıdır. Çesidli memleketlerden getirilen toprakları melekler
su ile çamur yapıp, insan sekline koydu. Mekke ile Tâif arasında kırk sene
yatıp (Salsâl) oldu. Pismis gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselâmın nûru alnına
kondu. Sonra Muharremin onuncu Cum’a günü rûh verildi. Herseyin ismi ve
fâidesi bildirildi. Boyu ve yası kesin olarak bildirilmedi. Bir rivâyetde boyu besyüz
zrâ’ [ikiyüzelli metre] idi. Cennetden çıkınca altmıs zrâ’ oldu. Allahü teâlânın
emri ile, bütün melekler, Âdeme dogru secde etdi. Meleklerin hocası olan Iblîs,
emri dinlemedi. Secde etmedi. Kırk yasında iken (Firdevs) adındaki Cennete götürüldü.
Cennetde yâhud dahâ önce, Mekke dısında uyurken sol kaburga kemiginden,
hazret-i Havvâ yaratıldı. Allahü teâlâ, bunları nikâh etdi. Cennetde, bin sene
kadar yasayıp, yasak edilen agaçdan unutarak, önce Havvâ, sonra kendisi,
bugday yidikleri için çıkarıldılar. Âdem “aleyhisselâm”, Hindistânda, Seylân (Serendip)
adasına, Havvâ ise, Ciddeye indirildi. Ikiyüz sene aglayıp yalvardıkdan sonra,
tevbe ve düâları kabûl olup, hacca gelmesi emr olundu. Arafât ovasında, Havvâ
ile bulusdu. Kâ’beyi yapdı. Her sene hac yapdı. Arafât meydânında veyâ baska
meydânda, kıyâmete kadar gelecek çocukları, belinden zerreler hâlinde çıkdı.
(Ben sizin Rabbiniz degil miyim?) soruldu. Hepsi (Evet) dedi. Sonra, hepsi zerreler
hâline gelip, beline girdiler. Yâhud, belinden yalnız kendi çocukları çıkdı. Her
çocugun belinden, bunun çocukları çıkdı. Böylece, herkes, kendi babasından zâhir
oldu. Sonra Sâma geldiler. Burada yirmi def’a ikiz evlâdı, bir def’a da yalnız Sît
“aleyhisselâm” oldu. Neslinden kırkbin kisiyi gördü. Binbesyüz yasında iken evlâdına
Peygamber oldu. Evlâdı çesidli dil ile konusdu. Cebrâîl “aleyhisselâm”
oniki kerre gelmisdir. Oruc, her gün bir vakt nemâz, gusl abdesti emr edildi. Kitâb
gelip, fizik, kimyâ, tıb, eczâcılık, matematik bilgileri ögretildi. Süryânî, Ibrânî
ve Arabî diller ile kerpiç üstünde çok kitâb yazıldı. Hiç sakalı yok idi. Ilk sakalı
çıkan Sît aleyhisselâmdır. Çok güzel idi. Siyâh saçlı, bugday renkli idi. Havvâ da
böyle idi. Bir rivâyete göre, ikibin yasına gelince, onbir gün hasta olup, Cum’a günü
vefât etdi. Havvâ, kırk sene sonra Ciddede vefât etdi. Kabrleri, Kudüsde veyâ
Minâda mescid-i Hîfde veyâ Arafâtdadır. Hayâtlarını bildiren rivâyetler de çok
farklıdırlar.
MUSA ALEYHİSSELAM
MÛSÂ “aleyhisselâm”: Büyük Peygamberdir. Benî Isrâîle gelen Resûldür.
Avrupalılar, buna Möise, Mose der. Ya’kûb aleyhisselâmın soyundandır. Imrân
adında bir zâtın ogludur. Yûsüf aleyhisselâmdan sonra, Benî Isrâîl, Mısrda çogaldı.
Dinlerine sarılıp, ibâdet ederlerdi. Fekat, zulm ve hakâret görürlerdi. Îsâ aleyhisselâmdan
bir rivâyete göre, binyediyüzbes [1705] sene önce, Mûsâ “aleyhisselâm”
tevellüd etdi. Annesi bunu bir besige koyup, Nil nehrine bırakdı. Besik
Fir’avnın serâyı önünden geçerken, Fir’avnın zevcesi (Âsiye) bunu alıp büyütdü.
Kırk yasına gelince, akrabâlarını ögrenip, onların yanına gitdi. Kendisinden üç yas
büyük olan Hârûn ile bulusdu. Birgün, bir Mısrlı kâfirin [kıptînin], Benî-Isrâîlden
birine iskence etdigini gördü. Kurtarırken, kıptî öldü. Korkup, Medyen sehrine gitdi.
Orada Su’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Ona, on sene hizmet etdi. Mısra
dönmek için yola çıkdı. Yolda Tûr dagında, Allahü teâlâ ile konusdu. Mısra gelip
Fir’avnı dîne da’vet etdi, Benî Isrâîle serbestlik verilmesini istedi. Fir’avn kabûl
etmedi. (Mûsâ büyük sihrbâzdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor)
dedi. Yanındaki vezîrlere sordu. Onlar da, (Sihrbâzları topla, onu maglûb
etsinler) dediler. Sihrbâzlar geldiler. Mısr halkı önünde, ipleri yere atdılar. Her ip,
yılan görünüp, Mûsâ aleyhisselâma dogru yürüdü. Mûsâ “aleyhisselâm” asâsını yere
bırakdı. Büyük yılan oldu. Ipleri yutdu. Sihrbâzlar sasırdı. Îmân etdiler. Fir’avn
kızdı. (O, sizin ustanız imis. Ellerinizi, ayaklarınızı kesecegim. Hepinizi hurma dallarına
asacagım) dedi. (Biz Mûsâya inandık. Onun Rabbine sıgınıyoruz. Yalnız
Onun afv ve merhametini isteriz) dediler. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbaga yagdı.
Cild hastalıkları ve üç gün karanlık oldu. Fir’avn, bu mu’cizeleri görünce korkdu.
Izn verdi. Mûsâ aleyhisselâm, Benî Isrâîl ile, Mısrdan çıkıp, Kudüse dogru giderken,
Fir’avn pismân oldu. Askerleri ile arkalarına düsdü. Süveys körfezi açılıp,
mü’minler karsıya geçdi. Fir’avn geçerken, deniz kapandı. Fir’avn askeri ile birlikde
boguldu. Benî Isrâîl, yolda öküze tapanları gördüler. (Biz de böyle tanrı isteriz)
dediler. Mûsâ aleyhisselâm, (Allahdan baska ma’bûd yokdur. Allah sizi
kurtardı) dedi. Sonra Tîh çölüne düsdüler. Yolu sasırdılar. Aç ve susuz kaldılar.
Gökden (Men) ve (Selva) inerdi. Bunları yirlerdi. Asâsı ile yere vurdu. Su çıkdı.
Bundan içerlerdi. (Helva ile etden bıkdık. Bakla, sogan gibi seyler isteriz) dediler.
Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için, kırk sene çölde kaldılar. Mûsâ
“aleyhisselâm”, Hârûn “aleyhisselâm”ı vekîl bırakıp, Tûr dagına gitdi. Orada
kırk gün ibâdet etdi. Allahü teâlânın kelâmını isitdi. (Tevrât) kitâbı kendisine indirildi.
Tîh çölünde, Sâmirî adında bir münâfık, herkesdeki altınları, süs esyâsını
eritip, bunlardan bir buzagı yapdı. (Mûsânın ilâhı budur. Buna tapınız!) dedi.
Tapmaga basladılar. Hârûn aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ “aleyhisselâm” Tûrdan
gelip bu hâli görünce çok kızdı. Sâmirîye la’net etdi. Kardesinin sakalından tutup
darıldı. Pismân olup kendisine yalvardılar. (Tevrât)a göre ibâdet etmege basladılar.
Mûsâ “aleyhisselâm” ümmeti ile Lût gölünün cenûb tarafına geldi. (Üc bin
Unk) adında bir melik ile harb etdi. Serî’a nehri sarkındaki yerleri ele geçirdi. Erîha
sehri karsısındaki daga çıkdı. Ken’ân ilini uzakdan gördü. Yerine Yûsa’ aleyhisselâmı
halîfe bırakıp, yüzyirmi [120] yasında, orada vefât etdi.
Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yine bozuldular. Yetmisbir fırkaya ayrıldılar.
Tevrâtı degisdirdiler. (Talmud) denilen din kitâbı yazdılar ki, (Misnâ) ve (Gamârâ)
diye iki kısmdır. (Mîzân-ül-mevâzîn) kitâbı, yehûdîlerin ve hıristiyanların ellerindeki
Tevrât ve Incîl dedikleri kitâbların Allah kelâmı olmadıklarını isbât
etmekdedir. Kitâb fârisîdir. Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmısdır. Ikiyüzelliyedinci
sahîfesinde diyor ki, (Yehûdî i’tikâdına göre, Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma,
Tûr dagında Tevrât kitâbını verdigi gibi, ba’zı ilmleri de ilhâm eylemis. Mûsâ,
bu ilmleri Hârûna, Yûsa’a ve El-Ye’âzâra bildirmis. Bunlar da, sonra gelen peygamberlere
ve nihâyet mukaddes Yehûdâya bildirmisler. Bu da, mîlâdın ikinci asrında,
bu ilmleri, kırk senede, bir kitâb hâline getirmis. Bu kitâba (Misnâ) denilmis.
Mîlâdın üçüncü asrında Kudüsde ve altıncı asrında Bâbilde Misnâya birer serh
yazılmıs. Bu serhlere (Gamârâ) denilmis. Misnâ ile iki Gamârâdan birini, bir kitâb
hâline getirip, bu kitâba (Talmud) demislerdir. Kudüs Gamârâsından meydâna
gelen Talmuda (Kudüs Talmudu), Bâbil Gamârâsından meydâna gelene (Bâbil
Talmudu) demislerdir. Hıristiyanlar bu üç kitâba düsmandır. Bu düsmanlıklarının
sebeblerinden birisi, Îsâ aleyhisselâmı asmak için hâzırladıkları çarmıhı tasıyan
ve çarmıha gerilme hâdisesinde bulunan Sem’un, Misnâyı rivâyet edenler arasındadır
derler. Talmudda müslimânların inandıgı seyler de bulundugu için, hıristiyanlar,
müslimânları bu bakımdan da inkâr ediyorlar.) Yehûdîler kendi din
adamlarına (Haham) derler. El-Ye’âzâr, Suayb aleyhisselâmın oglu idi.
İSA ALEYHİSSELAM
ÎSÂ “aleyhisselâm”: Insan idi. Peygamber idi. Allahü teâlâ, Onu babasız
yaratdı. Annesi hazret-i Meryem, Hunnenin kızı idi. Hunne, Imrânın hem
üvey kızı, hem zevcesi idi. Kudüsün Beyt-i Lahm kasabasında tevellüd etdi. Annesi
yirmi yasında idi. Rum Kayserinin Sâmda vâlîsi olan Herdüs, babasız dogdugu
için, ikisini öldürmek istedi. Meryemin amcası oglu Yûsüf Neccar, bunları
Mısra götürdü. Oniki sene sonra, Herdüsün öldügünü haber alınca, Sâmın Nâsıra
kasabasında cebel-i Halîl köyüne getirdi. Otuz yasında Peygamber oldu. Otuzüç
yasında, diri olarak göke kaldırıldıgı, bütün islâm kitâblarında yazılıdır. Kendisine
az kimse inandı. Kıyâmet yaklasınca Sâmda, Ümeyye câmi’i minâresine inecek,
evlenecek, çocukları olacak, hazret-i Mehdî ile bulusacak, kırk sene yasayıp,
Medînede vefât edip, Hucre-i se’âdete defn edilecekdir. Allahü teâlâ, buna (Incîl)
kitâbını gönderdi. Incîlde Allahü teâlânın bir oldugu, Îsâ aleyhisselâmın, Allahın
kulu ve Peygamberi oldugu, âhır zemânda, Ahmed isminde bir Peygamber
gelecegi yazılı idi. Bolüs [Pavlos] isminde bir yehûdî, Îsevî görünüp, Havârîler arasına
karısdı. Îsâ aleyhisselâmdan sonra, ilk isi, hakîkî Incîli yok etmek oldu. Havârîlerden
olan Barnabas, Îsâ aleyhisselâmdan gördüklerini ve isitdiklerini dogru
olarak yazdı ise de, Bolüs bunun yayılmasına mâni’ oldu. Dahâ sonra, bozuk Incîl
kitâbları her yere yayıldı. Kitâbın sonundaki ism cedvelinde Barnabas ismine
bakınız! Simdi elde bulunan Incîller birbirlerine benzemiyor. Katolikler, ortodokslar
ve protestanlar, hep baska baska Incîller okuyorlar. Birbirlerini begenmiyorlar.
Îsâ aleyhisselâm kendisine inananlar arasından oniki kisiyi seçdi. Bunlara
(Havârî) denir. Yehûdîlerin çogu inanmadı. Kendisine ve annesine çok kötü seyler
söylediler. Îsâ aleyhisselâm göke çıkarıldıkdan kırk sene sonra, Romalılar
Kudüse hücûm etdi. Yehûdîlerin çogunu öldürdü, bir kısmını da esîr etdiler. Sehri
yagma etdiler. Kitâblarını yakdılar. Yehûdîler, sonra hakîr, zelîl oldular.
MUHAMMED ALEYHİSSELAM
MUHAMMED “aleyhisselâm”: Allahü teâlânın Resûlüdür. Habîbidir.
Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Babası Abdüllahdır. Mîlâdın besyüzyetmisbir
[571] senesi nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebî’ul-evvel ayının onikinci
pazartesi gecesi, sabâha karsı, Mekkede tevellüd etdi. Babası, dahâ önce vefât
etmis idi. Altı yasında iken annesi, sekiz yasında iken dedesi vefât etdi. Sonra,
amcası Ebû Tâlibin yanında büyüdü. Yirmibes yasında iken, Hadîce-tül-kübrâ
ile evlendi. Bundan dört kızı, iki oglu oldu. Ilk oglunun adı Kâsım idi. Bundan
dolayı, kendisine (Ebül-Kâsım) da denir. Kırk yasında iken, bütün insanlara ve cinne
Peygamber oldugu bildirildi. Üç sene sonra, herkesi îmâna çagırmaga basladı.
Elliiki yasında iken, bir gece Mekkeden Kudüse ve oradan göklere götürülüp
getirildi. Bu yolculuguna (Mi’râc) denir. Mi’râcda, Cennetleri, Cehennemleri ve
Allahü teâlâyı gördü. Bes vakt nemâz, bu gece farz oldu. Târîhcilere göre mîlâdın
622 senesinde, Allahü teâlânın emri ile, Mekkeden Medîneye gitdi. Bu yolculuguna
(Hicret) denir. Medîne sehrinin Kubâ köyüne geldigi, Rebî’ul-evvel ayının sekizinci
pazartesi gününe tesâdüf eden efrencî Eylül ayının yirminci günü müslimânların
(Hicrî semsî) târîh baslangıcı oldu. Müslimânların (Hicrî kamerî) seneleri de,
o senenin Muharrem ayından baslar ve gökdeki ayın, dünyâ etrafında oniki def’a
dönmesi bir kamerî sene olur. Hicrî 11 [m. 632] senesinde, Rebî’ul-evvel ayının onikinci
pazartesi günü, ögleden evvel vefât etdi. Salıyı çarsambaya baglıyan gece [Çarsamba
gecesi] yarısı, vefât etmis oldugu odaya defn edildi. Vefâtında, kamerî 63,
semsî seneye göre 61 yasında idi.
Muhammed “aleyhisselâm” beyâz idi. Bütün insanların en güzeli idi. Güzelligini,
herkese belli etmezdi. Onun güzelligini bir kerre gören, hattâ rü’yâda gören
kimsenin ömrü, lezzet ve nes’e ile geçmekdedir. O, her zemânda, dünyânın her yerinde
olan ve gelecek olan her insandan, her bakımdan üstündür. Aklı, fikri, güzel
huyları, bütün organlarının kuvveti her insandan ziyâde idi.
Çocuk iken iki kerre, ticâret edenlerle Sâm tarafına gitdi ve Busrâ denilen
yerden geri döndüler. Ondört veyâ onyedi yasında amcası Zübeyr ile Yemene git-
– 1139 –
di. Baska hiçbir zemân, hiçbir yere gitmedi. Ümmî idi. Ya’nî hiç mektebe gitmedi.
Kimseden ders almadı. Fekat, herseyi biliyordu. Ya’nî herneyi düsünse, herneyi bilmek
istese, Allahü teâlâ Ona bildiriyordu. Cebrâîl “aleyhisselâm” adındaki melek
gelip, Ona her istedigini söylüyordu. Mubârek kalbi, günes gibi, nûr saçıyordu. Onun
saçdıgı ilm, ma’rifet nûrları, radyo dalgaları gibi, yerlere, göklere, heryere saçılıyordu.
Simdi, kabrinden de yaymakdadır. Yayma kuvveti, her ân artmakdadır.
Elektro-manyetik dalgaları almak için, radyo alıcısı lâzım oldugu gibi, Onun nûrlarını
almak için de, Ona inanan ve seven ve gösterdigi yolda giderek temizlenen
kalb lâzımdır. Böyle kalbi olan insan, bu nûrları alır ve bu da, etrâfa nesr eder, yayar.
Böyle büyük insanlara (Velî) denir. Bu Velîyi tanıyan, inanan ve seven kimse,
bunun karsısında edeble oturur veyâ uzakda, onu edeb ile, sevgi ile düsünürse,
bu kimsenin de kalbi, nûr, feyz almaga, temizlenmege, olgunlasmaga baslar. Allahü
teâlâ, bedenimizi, maddemizi, yetisdirmek için günes enerjisini sebeb kıldıgı gibi,
rûhlarımızı, kalblerimizi olgunlasdırmak, insanlıkda yükseltmek için de, Muhammed
aleyhisselâmın kalbini, oradan fıskıran nûrları sebeb kılmısdır. Insanı besliyen,
yapısını ve enerjisini saglıyan bütün besi maddeleri, günes enerjisi, özümleme ile
hâsıl oldukları gibi, kalbe, rûha gıdâ olan, Evliyânın sohbetleri, sözleri ve yazıları
da, hep Resûlullahın mubârek kalbinden fıskıran nûrlarla hâsıl olmusdur.
Allahü teâlâ, Cebrâîl “aleyhisselâm” adındaki bir melek ile, Muhammed aleyhisselâma
(Kur’ân-ı kerîm)i gönderdi. Insanlara dünyâda ve âhıretde lüzûmlu, fâideli
olan seyleri emr etdi. Zararlı olanları yasak etdi. Bu emrlerin ve yasakların
hepsine (Islâm dîni) veyâ (Islâmiyyet) denir.
Muhammed aleyhisselâmın her sözü dogrudur, kıymetlidir, fâidelidir. Böyle olduguna
inanan kimseye (Mü’min) ve (Müslimân) denir. Muhammed aleyhisselâmın
sözlerinden birine inanmıyan, begenmiyen kimseye kâfir denir. Allahü teâlâ,
mü’min olanı sever. Bunu Cehennemde sonsuz olarak bırakmaz. Yâ Cehenneme
hiç sokmaz, yâhud, kabâhati için, soksa da, sonra Cehennemden çıkarır. Kâfir olan
kimse, Cennete giremez. Dogru Cehenneme girer ve oradan hiç çıkmaz. Ona
inanmak, Onu sevmek, bütün se’âdetlerin, râhatlıkların, iyiliklerin basıdır. Onun
Peygamber olduguna inanmamak ise, bütün felâketlerin, sıkıntıların, kötülüklerin
basıdır. Aklı, zekâsı, güzel ahlâkı ve deryâ gibi olan her nev’ ilmi ve mu’cizeleri,
islâmiyyetin hak din oldugunu gösteren vesîkalardır.
Yâ Allah! Yâ Rahmân! Yâ Rahîm! Yâ Afüvvü yâ Kerîm! Fa’fü annâ, vagfirlenâ,
verhamnâ, vensurnâ alel-kavmil kâfirîn!
Çok mühim ilâve: Peygamberler vâsıtası ile, Allah tarafından bildirilmis olan
yasamak yoluna (Din) denir. Insanların yapdıgı yasamak yoluna (Kanûn) denir.
Din, anadan, babadan ve kitâbdan ögrenilir. Dinsiz insan olamaz. Her insan,
dîninin emrlerine uygun olarak yasar. Dînine uyanın, dünyâda râhat yasayacagına
ve âhıretde Cennete giderek, sonsuz se’âdete kavusacagına, baska dinde
olanların, dünyâda sıkıntı çekeceklerine ve âhıretde Cehennem atesinde sonsuz
yasayacaklarına inanır. Herkes, dînini övmekdedir. Propagandalarla, reklâmlarla
herkesi kendi dînine çagırmakda, böylece kendi dîninin dogru olduguna
inanmakda ve herkesi inandırmakdadır. Insanın dünyâ ve âhıret se’âdeti, dînine
baglı oldugu için, insan, anasından, babasından ögrendigi dînine baglı
kalmamalı ve propagandalara ve reklâmlara aldanmamalı, mevcûd dinlerin
hepsini incelemeli, dogru oldugunu anladıgı dîne sarılmalıdır.
Hakîkat Kitâbevinin çıkardıgı kitâblar, bütün dinleri tarafsız olarak bildiriyor.
Uzun senelerin tedkîki netîcesinde, bütün dinleri okuyucularına haber
veriyor. Islâm dîninin ise, hiç degisdirilmemis hak din oldugunu, bütün insanlara
se’âdet yolunu gösterdigini, inanılacak dînin yalnız islâmiyyet oldugunu bildiriyor.
Tahsîlli, akllı her gencin, Hakîkat Kitâbevinin kitâblarını muhakkak okumalarını
tavsiye ederiz. Aklı ile, ilmi ile, vicdânı ile karâr vererek, se’âdete kavusmaları,
yalan ve hîleli yazılar ile okuyucularını aldatanların tuzaklarına
düsmemeleri, dünyâda ve âhıretde felâketlere, sonsuz azâblara ugramamaları
için düâ ederiz.
Kıl nemâzı, elin harâma salma,
çok yasarım, dünyâ hep kalır sanma!
Bes nemâza sarıl, gençlik çagında!
Ekdigini biçersin, Cennet bagında.
Iki kisi ölümü hâtırlamaz,
harâm isler, biri de nemâz kılmaz!
Birgün gelir, tutmaz olur bu eller,
söyliyemez, Allah demeyen diller!
Allahü teâlâ, rahmân sıfatı ile, iyi seyleri, kahhâr sıfatı ile kötü seyleri yaratmakdadır.
Dünyâda iyi, fâideli seylerle, kötü, zararlı seyler karısıkdır. Allahü teâlâ,
çok merhametli oldugu için, insanda, iyi isleri kötülerinden ayıran bir kuvvet
yaratdı. Bu kuvvete (Akl) denir. Akl da bu ayırma isini tam yapamıyacagı için, Allahü
teâlâ, kullarına çok acıyarak, bu ayırma isini kendisi yapdı. Iyi ve kötü isleri
ayırarak bunları Peygamberleri vâsıtası ile kullarına bildirdi ve iyi islerin yapılmasını
emr ve kötülerin yapılmasını yasak etdi. Allahü teâlânın bu emr ve yasaklarına
(Din) denildi.
Muhammed aleyhisselâma inanıp da, baska bir Peygambere inanmıyan kimse,
buna da inanmamıs olur. Çünki, Muhammed aleyhisselâma inanmak için, Peygamberlerin
hepsine inanmak lâzımdır. Müslimânlık, medeniyyete sebeb olmakdadır.
Medeniyyet, jet ve elektronik âletler yapmak degil, bunları zulm yapmak için
kullanmayıp, insanlara hizmet için kullanmakdır. Avrupada, Amerikada ba’zı
fen adamları, dinlerinden uzaklasınca, basarılı oldu. Müslimân ismini tasıyan
ba’zı ahmaklar, islâmiyyetden uzaklasınca basarısız oluyor. Bunun sebebini iyi anlamalıdır.
_________________________
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yâ Allah, yâ Allah, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm. Ilâhî! Bi hakkı
Muhammedin “aleyhisselâm” igfir lî ve liebî Sa’îd efendi Lofcavî ve liümmî
Âise hanım ve liebnâî ve benâtî ve liceddî ve liesâtizetî seyyid Abdülhakîm-i
Arvâsî elmerhûm senete 1943 fî karyeti Baglûm min kurâ Ankara ve seyyid
Fehîm-i Arvâsî ve seyyid Tâhâ-i Hakkârî ve Mevlânâ Hâlid-i Bagdâdî
“rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve lil-mü’minîne vel mü’minât vel
müslimîne vel müslimât elahyâi minhüm vel emvât birahmetike yâ
erhamerrâhimîn. Velhamdülillahi Rabbil âlemîn. Âmîn! Hüseyn Hilmi bin
Sa’îd Istanbûlî gafarallahü teâlâ lehü ve li âlihi ve ümmehâtihi ecma’în.
TEVHÎD DÜÂSI
Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ
Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ
erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî
ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve
ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî
ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li kâffetil
mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”
Hüseyin Hilmi Işık
HÜSEYİN HİLMİ IŞIK
HÜSEYN HILMI ISIK “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Nâm-ı müsteârı
(Sıddîk Gümüs)dür. Babası Sa’îd, dedesi Lofcanın Tepova köyünden Ibrâhîm
Pehlivândır. Ikisi de Eyyûb Sultânda medfûndur. Balkan harbinde sehîd oldugu
tepeye ismi verilen Bursalı Kâmil efendi ile hemsîresi Âise hanımın anneleri Fâtıma
hanım Ibrâhîm Pehlivânın birâderinin kızıdır. Çesidli din ve fen kitâblarının
yazarıdır. Türkçe, arabî, fârisî, fransızca, almanca ve ingilizce kitâbları nesr etmisdir.
Kitâbları bütün memleketlerde okunmakdadır. Tegmenlikden albaylıga kadar
türk ordusunda zehrli gazlar mütehassıslıgı ve kimyâ ögretmenligi yapmıs, çok
subay yetisdirmisdir. Istanbul üniversitesinde çalısarak, (Phenyl-ciyan-nitrometan)
cisminin sentezini yapmıs ve formülünü bulmusdur. Bunu bildiren raporunu Fen
fakültesi 1937 de, (Fritz Arndt, Lotte Loewe, Hilmi Isık) ismleri ile Devlet matbaasında,
ingilizce olarak, 2.ci cild numarası ile basdırmısdır. Ayrıca fen fakültesinin
1937 senesi ikinci kânûn târîhli (Fen fakültesi mecmu’asında) 139.cu sahîfesinde
nesr edilmisdir. Bu basarılarından dolayı çok tebrîkler almısdır. Din bilgilerinde
derin âlim ve tesavvuf ma’rifetlerinde kâmil ve mükemmil olan, kerâmetler,
hârikalar sâhibi seyyid Abdülhakîm efendinin yetisdirdigi salâhiyyetli bir din
adamıdır. 1929 dan 1362 [m. 1943] senesine kadar o büyük zâtdan ders almıs,
arabî ve fârisî tercemeler yaparak gençlige hizmet için çalısmısdır. (Hakîkat Kitâbevi)nde, 1415 hicrî ve 1995 mîlâdî senesinde, kendi hâzırladıgı 60 arabî ve 25 fârisî ve 14 türkçe ve bunlardan terceme etdirdigi, fransızca, ingilizce, almanca, rusca ve arnavudca ve diger dillerdeki kitâbların mikdârı yüzden fazladır.
Hakîkat Kitâbevinin basdırdıgı kitâblar, (Internet) vâsıtası ile bütün dünyâya dagılmakdadır.
Hüseyn Hilmi Isık “rahmetullahi aleyh”
1911 de, Eyyûb Sultânda, (Vezîr tekkesi)nde
tevellüd etdi. Ilk tahsîlini Eyyûb sultân Resâdiye nümûne mektebinde, lise tahsîlini
Halıcıoglu askerî lisesinde yapdı. 1960 da tekâ’üd oldu. 2000 ve sonraki senelerde
Bogaziçinde Sarıyerdeki yalısında, kitâblarına ilâveler yaparak ve tevbe ve
istigfâr ile vaktlerini kıymetlendirdi. Talebelerinden baska hiç kimse ile görüsmezdi.
26 Ekim 2001 [9 Sa’bân 1422]de vefât etmis olup, Kasgârî dergâhı yanında medfûndur.

65
0
0
Yorum Yaz

İMAN NEDİR




GECEMİZİ AYDINLATAN NUR

28 Kasım 2014 Cuma
İMAN NEDİR ?





İman nedir?

Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini[hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)

Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birini görmüş değiliz.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlereve gayba inanmak bildiriliyor.

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]

Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.

Amentü’nün manası

Allah’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki kitapların hiç biri değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]

Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]

Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.)[Ahzab 38]

Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]

Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]

İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.

İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır)buyuruluyor." Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birini görmüş değiliz.

Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler,(Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.

İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur)veya (Şarabın haram edilmesi anlamsızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte Ona imandır. Ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.

Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsini yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]

İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.

Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır.

İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?

İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.

Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.

Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.

İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.

En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]

İman mahlûk mudur?
Sual: İman mahlûk mudur, yani sonradan mı yaratılmıştır?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından mahlûk değildir; fakat kulun tasdik ve ikrar etmesi bakımından mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk olduğu gibi, insanın küfrü de, imanı da mahlûktur.(Milel ve Nihal)

Müslüman olmak için
Sual: S. Ebediyye’de, (Müslüman olmak için, hiçbir formaliteye, müftüye, imama gitmeye lüzum yoktur) denildikten sonra, Makamat-i Mazheriyye’den, (Allahü teâlâya, Resulüne ve Onun Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Beğendim, kabul ettim. Allahü teâlânın ve Resulünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek kâfidir) diye naklediliyor. Sanki buradan, (Müslüman olmak için imanın altı esasına inanmaya gerek yok) gibi anlaşılıyor. İmanın altı esasına inanmayan nasıl Müslüman olur?
CEVAP
O ifade eksik değildir. Orada imanın esası veciz olarak anlatılmıştır. (Resulullah'ın bildirdiği her şeye, onun bildirdiği şekilde inandım, kabul ettim hepsini beğendim) denince özet olarak her şey bildirilmiş oluyor.

Bir insan, imanın altı esasına inansa da, yine Müslüman olmayabilir. Her maddenin şartları vardır. Amentüyü okuyup hepsine inandım demek yetmez. Her birine birer örnek verelim:
1- Allah'a inanmak: (Allah'a inandım) demek yetmez. Bir kimse, (Allah kutuplardadır) veya (Merih gezegenindedir) yahut (Arş’tadır) dese kâfir olur. Çünkü Allah mekândan münezzehtir. (Allah’ın her şeye gücü yetmez) diye inansa küfür olur. Demek ki, sadece (Allah'a inanıyorum) demek yetmez. Bildirilen kâmil sıfatlarıyla Allah'a inanmak lazımdır.

2- Meleklere inanmak: (Meleklere inandım) demek yetmez. Hristiyanlar gibi, (Melekler Allah'ın kızlarıdır) diye inansa kâfir olur. Demek ki, sadece (Meleklere inanıyorum) demek yetmez. Dinimizin bildirdiği sıfatlarıyla meleklere inanmak lazımdır.

3- Kitaplara inanmak: (Kitaplara inandım) demek yetmez. Bozuk kitaplardaki yanlış iman bilgilerine inansa kâfir olur. O hâlde dinimizin bildirdiği şekilde kitapların vasıflarına da inanmak lazımdır.

4- Peygamberlere inanmak: (Peygamberlere inandım) demek yetmez. Peygamberlere hâşâ (Yalancı, cahil kimselerdir) diye inansa kâfir olur. Demek ki, dinimizin bildirdiği şekilde peygamberlerin vasıflarına da inanmak lazımdır.

5- Âhirete inanmak: (Âhirete inandım) demek yetmez. (Âhirette Cennet ve Cehennem diye bir şey yok) veya (Cennet Cehennem var, ama ebedî değildir) dese kâfir olur. O hâlde, âhiretle ilgili dinimizin bildirdiği her şeye inanmak lazımdır.

6- Hayır şer Allah'tandır: (Hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inandım) demek yetmez. Mesela bir kimse, (Şer, kötülüktür, günahtır. Allah bize kötülüğü, günahı zorla işletiyor) diye inansa kâfir olur. Demek ki, hayra, şerre dinimizin bildirdiği şekilde inanmak lazımdır.

Bu örneklerden anlaşıldığı gibi, bu saydıklarımızı kabul etmeden (İmanın altı esasına inandım) dese Müslüman olamaz. Makamat-ı Mazheriyye’deki husus, şahane bir bilgidir. Orada, (Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Beğendim, kabul ettim) deniyor. Allahü teâlâdan getirdiklerinin içinde, imanın altı şartı da vardır. Altı şarta nasıl inanılacağı da vardır. Haramların, helâllerin, ibadetlerin hepsi vardır. Yani tek eksik yoktur. Bu şekilde inanan kimse, tam Müslüman olur.

Kalble inanmak yeter mi?
Sual: Din kitaplarında, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalble inanıp, dille de ikrar etmeye, yani söylemeye, (İman) denir) buyuruluyor. Bir gayrimüslim, dinimizin bildirdiği gibi inansa, fakat Müslüman olduğu duyulursa, kendisine bir zarar geleceğinden korktuğu için, imanını gizlese, yani dille ikrar etmese, Müslüman sayılır mı?
CEVAP
Elbette Müslüman sayılır. Çünkü kitaplarda, (Söylemeye mâni bulunduğu zaman, söylememek affolur) buyuruluyor.

Dille ikrarın faydalarından biri, o kimseye Müslüman muamelesi yapılır, ölünce cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına konur. Müslümanlar ona dua eder. Dille ikrar etmezse, bunlardan mahrum kalır. Onun için bir mâni yoksa, göğsümüzü gere gere, (Elhamdülillah ben Müslümanım) demelidir. Amentü’yü sonuna kadar okumalıdır.